Yazarlar

Geçiken Büyük Mağazalar Yasası


22 Temmuz 2011

Büyük Mağazalar Yasa Tasarısı” ilk olarak 12 Şubat 2004 tarihinde Meclis gündemine taşındı. O zamanki Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun; “Küçük esnafın yanındayım. Burada bir boşluk var, bunu gidermeye çalışıyorum. Buna karşı çıkan güç odakları var. Yasa tasarısını Meclise sevk ettik, çok itiraz geldi. Bu yasa çıkana kadar mücadele edeceğim” diyerek kararlılığını ortaya koymuştu.

Tam üç buçuk yıl sonra 13 Ağustos 2007 tarihinde de, 22 Temmuz seçimlerinde aday olmadığı için, bakanlık döneminin muhasebesini yaptığı toplantıda; “Çok uğraştım, ama hipermarketler yasa taslağını kanunlaştıramadım. Hükümet adına özür diliyorum. Yeni dönemde çıkar, yasa hazır” demişti. O günden bugüne kadarda 2 yıl geçtiğine göre, toplam 5,5 yıldır sık sık rafa kaldırılan bu tasarının, bazı eksikleride göze alınarak biran evvel yasalaşması gerekmektedir. Zira perakende sektörünün tek pusulası bu yasa olacaktır. Gecikmenin nedeni olarak gösterilen ‘güç odakları’ ve ‘ne istedikleri’de kamuoyuna açıklanmalıdır.

Avrupa Birliği ülkelerinde isteyen istediği yere AVM veya Hipermarket konduramaz. Bizdeki durum malum. Yapılan plansız yatırımlar bizzat yatırımcısını bile mağdur hale getirmişken, yerel perakendecimizi ve küçük esnafımızı korumasız bırakmak ne kadar adildir ? Bir bölgede ihtiyacın üzerindeki yoğunlaşmaya engel olacak bir otoriteyi bu yasa belirleyecektir. Şu anda birçok bölgede, yan yana ve karşı karşıya “büyük mağaza” tanımına uyan 5-6 satış noktası yer almakta ve onlarda yeni komşularının gelmeyeceğinden emin olamamaktadırlar. Daha fazla gecikilmesi durumunda, tedbir almayada ihtiyaç kalmayacaktır. Şu anda ülkemiz, dünyanın en çok küçülen 4 ülkesinden biridir.

 

Gecikme Lüksü Kalmamıştır

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ilk çeyreğe ait küçülme oranını yüzde 13.8 olarak açıklamıştır. Sektörler incelendiğinde ise görülmektedir ki; en büyük daralma yüzde 25.4 oran ile bizim sektörümüzde, yani toptan ve perakende ticarette yaşanmıştır. Buna bağlı olarak yüksek orandaki işsizliğin; çarşıları boşaltıp esnafıda kapsaması ihtimal dahilindedir. Demek ki, hem yasanın gecikme lüksü kalmamış, hemde bakanın ifade ettiği “bazı odaklar”ın susma ihtiyacı doğmuştur.  Şimdi yerli üreticinin, yerel perakendecinin, küçük esnafın ve geliri azalan tüketicinin korunma zamanıdır ve bu kanunla desteklenmesi artık gündeme girmelidir. Perakendecinin kendi markalı ürünlerine sınır getirmek, hem hukuki açıdan, hemde büyük markalara avantaj sağlamak açısından bana göre doğru değildir. Bu sınırlamadan sadece perakendeci zarar görmez, tüketici ve KOBİ’lerde olumsuz etkilenir. Atıl kapasitelerini private label üretmekle doldurabilen küçük ve orta ölçekli üreticiye ilaç gibidir bu uygulamalar.

 

Pazar payı yüksek markalara karşı perakendecinin tek silahıdır private label. Üzerinde reklam, promosyon ve raf bedeli gibi ek maliyeti olmayan perakendeci markaları, piyasada oluşan raf fiyatlarını aşağıya çekmektedir. Bu sınırsız uygulamanın büyük zincirlere yarayacağı yaklaşımı yanlıştır. İşte PERDER’in “Fayda” projesi. Giderek büyüyecek ve gelişen hacmiyle yerel perakendeciye sinerji getirecektir.

Bakkallarda kendi markalarını aynı şekilde merkez yönetimleri tarafından organize edebilirler. Ayrıca bakkalın korunması konusunda; sadece bu yasaya bel bağlamanında yanlış olduğunu burada belirtmeliyim. Ankara’daki konfederasyonun, bakkalın en çok sattığı 100 temel üründe ortak satınalma yapacak şirketi kurması çok kolay bir organizasyondur. Yeterki konu inançla ele alınabilsin.

 

Zararına Satışın Kimseye Faydası Yoktur

“Zararına satış ve haksız rekabet” bölümüde yerel perakendeciyi koruyacaktır. “Zararına Satış” ticaretin içinde yoktur. Ayrıca bu tüketici lehine bir durumda değildir. Normal fiyatları piyasa genelinin üzerinde olan bazı büyük perakendecilere, insert dönemlerinde ‘alış fiyatı’nın altındaki aksiyon fiyatına izin verilmesi; farklı listeleri, farklı promosyonları, farklı kaliteleri devreye sokmaktadır. Bu da perakendenin bütün unsurlarında kafa karışıklığına sebep olmaktadır. Bu şekilde fiyatlandırma yapana tazminat müeyyidesi uygulanmalıdır.

 

 

Dünyanın hiçbir ülkesinde tedarikçiden; bizdeki kadar çeşitli tanımlamalar altında ve matematiğe aykırı parasal istekler gündeme gelmemektedir. Acı olanda, bu gerçeği bilen yabancı perakendecilerin bizim ülkemizde sınır tanımaz uygulamaları devreye sokmaları ve bunu önleyecek yasaya karşı çıkmalarıdır. İşte benim aklıma gelen bazı tahsilat tanımları: Raf kirası, gondol başı kirası, insert katılım bedeli, indirime katılım payı, promosyon için bedelsiz, kamyon iskontosu, tüm mağazalar iskontosu, tüm artikeller iskontosu, listeleme bedeli, dönem sonu ciro primi, yeni mağazaya katılım bedeli, doğum günü bedeli, çalıntılar iskontosu, lojistik iskontosu, bilgi paylaşım hizmet bedeli, tediye iskontosu, jübilelere katkı bedeli, poşet bedeli, muhtelif cezalar…

Okuyanı yormamak için burada kesiyorum. Evet yeni raf yeni satış demektir. Ve buna tedarikçilerinde destek vermesi uygundur. Perakendecinin iş ortağından bazı katılımlar istemeside doğaldır. Ancak ölçek adaletine uymayan bedellerin sadece büyüklere yönelmesi yerli perakendecinin ve esnafın aleyhine olmaktadır. Ve de yerli sanayicinin de…

Bu konuyu disiplin altına almak ve sınırlama getirmek yasadan beklenen en önemli faydadır.

Kanunda 400 metrekare satış alanı üzerindeki bütün mağazaları “Büyük Mağaza” kabul etmek yerine; 200 metrekare üzerindekileri gruplamak ve her grup için prosedürü ayrı belirlemek daha faydalı olacaktır. Bu şekilde kanun kapsamı dışında 50 metrekarelik bakkal ile 50-200 metrekare arasındaki market istisna kalacaktır. Üstelik 500 metrekarelik süpermarket ile 8000 metrekare net satış alanına sahip dev mağazanın her türlü ayrıntısı farklı olduğu gibi çevreye taşıttığı yükte farklıdır. Buna rağmen yasaya en fazla tepki ikinci şıktaki perakendecilerden gelmektedir.

Büyük Mağazaların şehir dışına taşınma konusu fazla konuşulmaya başlayınca; bu tepkilerden en ilginci birkaç sene önce Real eski Türkiye Genel Müdürü Ulf Groth’den gelmişti: “Türkiye’de mobilizasyon oranı Avrupa’daki gibi değil. Ben 35 milyon avroluk bir yatırımı şehir dışına taşırsam, müşteriye ulaşmam zorlaşır. Böyle bir yatırımı da yeterli ciroya ulaşamayacağım için yapmam.” Muhterem sanki fabrika kuruyor ve yapacağı ihracatla ülkeye döviz kazandırıyor. Yerli sanayicinin malını yerli tüketiciye satıyor, karınıda kendi ülkesine transfer ediyor.

Tamam işte ne güzel, sen yapma, yerli yatırımcı yapsın.