Yazarlar

İnsan Kaynakları Yönetimi şirketinizin kazancını nasıl etkiler?


04 Ocak 2012

Günümüz iş hayatında “başarı” sürdürülebilir karlılık, büyüme, rekabette fark yaratmak gibi tanımlarda gizli. Bu tanımlar doğrudan baktığınızda pek içinde “insan” içermiyor. Daha çok “para” yı anımsatıyor, belki biraz da “teknoloji” diyor.

E o zaman ne diye yukarıdaki soryu sorup da cevabını tam veremeyeceğimiz bir sıkıntıya bizi sokuyorsun diyebilirsiniz. İşsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir dünyada ha bir eksik ha bir fazla istediğimiz adamla çalışır, istediğimiz maaşı verir, istediğimiz çalışma koşullarını sağlar, istediğimiz kadar yorar en sonunda da yukarıdaki ulvi hedeflerimize ulaşabilirim diyorsanız, gerçekten de benim ilk sorum tümüyle saçmalık.

Ama yok bunu diyemiyorsanız o zaman bu soruya biraz vakit ayırmak, cevabı için biraz çalışmak gerekiyor. Ben diyemeyenlerin çoğunlukta olduğuna inanıyorum. En azından bu yukarıdaki soruya cevap bulanların 10 yıl sonra da iş yapabileceğine, diğerlerinin yokolup gideceğine inananlardanım. Belki tarafgir bir yaklaşım olarak görebilirsiniz bir İnsan Kaynakları Yöneticisi olarak bu yorumumu ama biraz detaya girdiğimde çok da taraftarlık yapmadığımı umarım ki anlatabilmiş olacağım.

İşsizlik çok; ama aradığım insanı bulamıyorum diyor birçok işveren. Özellikle de bu sorun orta ve küçük ölçekli şirketlerin ana gündemi. Ülkemiz eğitim sistemi herkesi üniversite mezunu olamazsan adam olamazsın mantığı ile olur olmaz üniversite diplamaları peşinde koşturduğundan bir yandan ülkenin en değerli işgücünü kampüslerde puaça yemeye mahkum ediyoruz, öte yandan işverenler sahada çalıştıracak, eğitilebilir insangücü yaratmakta zorlanıyor. O zaman bu iş kritik! İşe iyi bir personeli alabilmek çok önemli. Her iş sahibinin bileceği gibi işe iyi başlamak  o işi iyi bitirmek için ön şartlardan birisi. İnsan kaynağı açısından da bu böyle. İşe en uygun kişiyi bulmak, onu cezbetmek, işinizi sevdirmek, işe ikna etmek ve gerçekten maddi ve manevi tüm varlığı ile bu işe adanmasını sağlamak en öncelikli başlangıç konusu. Burada devreye İnsan Kaynakları giriyor işte. İlla ki bir ayrı insan kaynakları departmanı olsun değil söylediğim; ama işe giriş sürecinin önemini kavramış, bu süreci kurumuna uygun bir şekilde tasarlamış, tüm hazırlıklarını yapmış bir patron da pekhala iyi bir insan kaynakları uzmanı gibi bu süreci yönetebilir.

Ülkemiz istihdamının %50’sinden fazlasını hizmet sektörü sağlıyor ve bu her geçen gün artan bir oran. Zaman geçtikçe hizmette farklılık çok daha büyük bir gelecek garantisi oluyor. Farkı yaratacak tek unsur olarak İnsan ise, elimizdeki tek araç malum. Zira herangibir şirketin teknolojiyle fark yaratması ve bu yarattığı farkı sürekli koruyabilmesi çok mümkün değil. Ama doğru insanlarla çalışıyorsa hem teknolojik hem finansal ciddi farklar yaratmak, hem de bu farklılıkları sürekli kılmak çok daha kolay. Burada sorun bu doğru insanları nasıl elimizde tutacağımız. Yine birçok işverenin “adamı tam yetiştirdik, eğittik faydalanacaktık, rakibe gitti” dediğini duyar gibiyim. Sektörler hızla büyüse de işgücü piyasası ne yazık ki o kadar hızlı gelişmiyor. Günümüzde en önemli sorunların başında yetenekli ve yetkin insanların piyasadaki azlığı geliyor. O yüzden elinizdeki değerli insanın değerini onu kaybetmeden önce bilmek ve bu değeri her daim en üstdüzeyde tutmak zorundasınız. Yine top dönüp dolaşıp şirketinizin İnsan Kaynakları yöneticisinin kucağına düşüyor. Düşmesin. Ana sorumluluk insan kaynakları uzmanında ya da yöneticisinde değil. İşverende, patronda, CEO’da, Genel Müdür’de. Liderlik bugünler için lazımdı. İşte tam şimdi liderliğinizi gösterme, lider adaylarınızı elinizde tutmak için onlara yakın durma zamanı.

Artık şirketin genel müdürü başka, kasiyeri başka iş yapma lüksüne sahip değil. Şirketin tüm hikayesini herkesin çok iyi anlamış, hedefine, stratejisine, değerlerine herkesin inanmış olması gerekiyor ki o şirketin tüm reflekslerinde, yaşattığı müşteri deneyiminde bir tutarlılık, bir sürdürülebilirlik olsun. Bunun için en kritik nokta iç iletişim. Bugüne kadar birkaç şirket turnuvası yapmak, beraber yemek yemek olarak algılanmış bu faaliyet artık şirketlerin aynı ruhu taşıyabilmek adına en kritik aracı olmak durumunda. Geleneksel olarak dikey organizasyon silolarınca yönetilen ve örgütlenen şirket çalışanlarının yatayda kesişebilmesi, hiyerarşi bağımsız ortak aklı yaratabilmesi için önce ortak değerlerini bulması ve bunu sıkı sıkıya savunması şart. İnsan Kaynakları ekiplerinin bu bakış açısıyla şirketin dışarıdaki pazarlama dilini içeriye taşıyan, şirketin öncelikle çalışanları gözünde değerli bir marka olabilmesi adına doğru pazarlama teknikleri ile iletişim kanallarını daima açık tutan, iyi birer marka elçisi olması gerekiyor.

Sonuç olarak İnsan Kaynakları Yönetiminin artık şirketlerin bir departmanının işi olmaktan çıktığını işin bizzat kendisi olduğunu vurgulamak istiyorum. Artık günlerinin çoğunu insanlarıyla ilgili konulara ayırmak zorunda başarılı bir lider, başarılı bir yönetici. Başarının anahtarı burada çünkü. Denemesi bedava; akşam yastığa başınızı koyduğunuzda bugün işte yaşadığınız konuları tek tek düşünün, bakalım yüzde kaçında insan bağımsız bir performans bulabileceksiniz.