Yazarlar

İşletme sermayesinin önemi


22 Nisan 2014

 Yine ülkemizde fazla ihmale uğrayan, bunun için de ödeme vadelerini uzatan ve nakit akışını bozan bir konuya odaklanacağız.

İşletmelerin devamlılığını sağlayan hava ve su gibi bir ihtiyaç maddesidir işletme sermayesi veya diğer adıyla çalışma sermayesi. İşletmelerin, günlük rutin faaliyetlerini yürütebilmeleri için gerekli nakit ve benzeri varlıklar ile bir yıl içersinde nakde dönüşebilecek varlıkların tümünü ifade eden bir kavramdır.

İşletme sermayesi brüt ve net olarak ikiye ayrılmaktadır. Brüt işletme sermayesi, işletmenin bir yıl içinde veya bir faaliyet dönemi içinde paraya dönüşme kabiliyeti olan ve bilançonun aktifinde bulunan dönen varlıklardır.

Net işletme sermayesi ise; brüt işletme sermayesinden işletmenin bir yıl içinde veya bir faaliyet dönemi içinde vadesi gelecek borçların, yani kısa vadeli yabancı kaynakların düşülmesinden sonra kalan net değerdir.

Konu üretici açısından daha hayatidir. Zira üretim, satış ve tahsilat gibi üç ana faaliyet aynı anda gerçekleşemez. Eğer gerçekleşebilseydi, işletme sermayesine hiç ihtiyaç olmazdı.

Üretim sonrasındaki stokta bekleme, satış kanallarında geçen süre, perakendeci deposunda veya rafında kaybedilen zaman diliminde giderler devam etmektedir. İşte bunu karşılayacak fon işletme sermayesidir. Eksik kalması durumunda ticari faaliyet sürdürülemez.

Üzülerek söylemeliyim ki; milyonlarca aylık cirolarına rağmen elektrik, su, telefon giderlerini gününde ödeyemeyen şirketlerin sayısı hiç de az değildir. Bakın kira ve personel giderlerine ait ödemelerin gecikmesinden bahsetmiyorum bile.

Bazı tedarikçilerin en büyük perakende zincirlere ürün satmak üzere yarıştıklarını  biliyoruz. Burada avantaj, paranız garanti altındadır ve bu konuda risk yoktur. Ancak, uzun ödeme süreleri ve bu sürelerin de esnetilmesi durumunda çalışma sermayeniz sizi idare edecek midir? İşte, esasında en önemlisi bu soruya verilecek cevaptır.

Birçok orta ölçekli işletme, bu yükü taşıyacak imkana sahip değildir.

Perakendeci kanadında ise, “nasıl olsa satarım ve sonra öderim” rahatlığı vardır. Ancak burada da, evdeki hesap çarşıya uymamaktadır. Birçok zincirde gördüklerim; kategorilerin çoğunda ‘satmadan ödeme’nin yaşandığıdır.

Piyasada çok duyduğumuz; “şimdi sıkışığım, Allah bana, ben sana” klişesi bu hesapsızlığın ürünüdür.

İster tedarikçi ister perakendeci olsun, girişimciler çoğunlukla üretim ve satış için gerekli bina ve ekipman yatırımlarına ağırlık verirken, bu sabit varlıkları çalıştırabilmek üzere gerekli olan çalışma sermayesine aynı titizliği göstermemektedirler. Oysa üretim için hammaddeye, piyasayı doyurmak için yeterli stoklara, günlük giderleri karşılamak üzere nakit değerlere, müşterileri finanse etmek üzere alacaklara karşılık kaynak ayırmak gerekmektedir. İşte bu ihtiyaçların zamanında giderilememesi ve borçların zamanında ödenememesi, ilişkide olunan kurumların gözünde kredibilitenin kaybolmasına ve saygınlığın yitirilmesine sebep olur.

En büyük yanılgı; ürünler hemen satılacak, tahsilat hemen yapılacak ve yüksek kârlarla çalışma sermayesi finanse edilecektir. Böyle bir başarı öyküsüne hayatım boyunca ben hiç şahit olmadım (tedarikçiler içinde).

Önce işletme sermayeniz olacak, sonra da iş hacmi arttıkça o da artacaktır. Zira satışlarınız artıyorsa stoklarınız da, alacaklarınız da, masraflarınız da artıyor demektir. Ancak, maalesef bu fonu artırmak yerine bahsi geçen kaynağın ticaret dışı kişisel harcamalara kaymasını da alışılmış, sıradan davranışlar olarak izliyoruz.

Çalışma sermayesinin seviyesi birkaç faktöre bağlı olarak değişmektedir. Önce işletmenin faaliyet konusuna göre değişiklik gösterir. Zira her ürün kategorisinde alacaklar aynı hızla işletmeye dönmez.

Sonra işletmenin büyüklüğüne göre değişiklik gösterir. Zira küçük işletmeler, büyük işletmelere göre hem stoku, hem nakdi daha yavaş çevirebildiği için daha yüksek oranda çalışma sermayesine ihtiyaç duyarlar. Üstelik küçük işletmelerin sermaye piyasalarına girmeleri veya kredi kuruluşlarından yararlanmaları daha zordur.

Satışlar ne kadar istikrara kavuşursa çalışma sermayesi ihtiyacı o oranda azalır.

Elbette işletme sermayesi ihtiyacını azaltacak başka çalışmalar da mümkündür. Tedarikçi açısından alacakların devir hızını artırıp, tahsilat süresini kısaltmak ilaç olabilir. Ancak o kadar kolay değildir. Zira netice alabilmek, yukarda da belirttiğim gibi marka pazar payının yüksekliği ile doğru orantılıdır.

Bütün işletmeler açısından da stok devir hızını artırmak veya stok tutma süresini azaltmak gerekmektedir. Stok devir hızı, stokların bir yıl içinde kaç defa devrettiğini göstermektedir.

Sonuç olarak, çalışma sermayesinin yetersizliği işletme faaliyetlerinin aksamasına sebep olur. Tedarikçi iseniz üretim aksar, perakendeci iseniz raflar boş kalır. Her iki durumda da başarısızlık kaçınılmazdır.

Üstelik firmaların bu yetersizliğinin özellikle likidite sıkıntısının yaşandığı kriz dönemlerine rastlaması, muhtemel kötü sonu hızlandıran en bilinen sebeptir.