Yazarlar

KritİK: İdare etmek…


10 Eylül 2012

“İdare etmek”. Bu gün sokağa çıksak ve yüz kişiye sorsak(malum ya yüz kişiye sormadan olmaz), “idare etmek” nedir diye. Alacağımız yanıt, önemli bir oranda yönetmek ve benzeri çerçevede oluşacaktır. Ama konuyu gerçek manada irdelediğimizde idare etmenin yönetmekten çok daha farklı bir anlam taşıdığını bilmek zorundayız. İdare etmek, yerindeyse daha bir; günü kurtarmak, vaziyeti kaybetmemek gibi düşünülmektedir. En azından benim yurdum insanı olaya öyle bakmaktadır. Nedendir bu durum? Biz böyle alışmışızdır. Böyle gelmiştir hep ve muhtemelen de böyle gidecektir. Eski köye yeni adet bizi bozar. Oysa yönetmek çok farklı bir olgudur. Kontrolü elimizde bulundurmak, stratejik davranmaktır. Gereğinde b, c ve d planlarına sahip olmak ve onları yerli yerinde devreye koyabilmektir. Şimdi size soruyorum. Sokağa çıkıp yüz kişiye sorsak(alıştık bir kere), kaçı tavla bilmektedir en az 80 ya da 90 kişi. En kötüsünden bunların bir kısmı kız tavlası bildiklerini belirteceklerdir. Peki bu yüz kişiye satranç bilip bilmediklerini sorsak ne yanıt alırız? En iyi olasılıkla 20 ya da 25 kişi biliyorum diyecektir. Dileyen deneyebilir, emin olunki sonuç üç aşağı beş yukarı böyledir. Diyebilirsiniz ki konumuzla ne alakası var? Bakınız alaka şu şekilde anlaşılmalıdır. Yerindeyse tavla oyunu, idare etmektir. Anı kurtarmak ve gelen zarı iyi değerlendirmektir. Tavla oyuncusundan daha ötesini beklemek lüks olur. İşte bu yaklaşıma idare etmek benzetmesi yapabileceğimize inanıyorum. Öte yandan ise gelin bir de satranç oyun sistemine bir göz atalım. Bilenler bilir bu oyunda zar atılmaz, şans faktörü söz konusu değildir, satranç oyuncusu tavla oyuncusu gibi zar gelmedi diyemez. O bilmektedir ki sonraki hamlelerdeki oyununu ve rakibinin hamlelerini ön görmek zorundadır. Önemli olan da budur, gerekli olan da budur. İşte bu benzetmemiz yerinde ise yönetim anlayışının karşılığı olabilir.

Acaba biz Perakendeciler olarak hangi anlayışı benimsemekteyiz. Birkaç hamle sonrasını öngörebiliyor ve stratejik davranabiliyor muyuz?  Merkezimizin konumu, ulaşım ve çevre açısından uygun mu? Pazarlama anlayışımız bölgeye ve konseptimize ne kadar örtüşmekte? Ayrıca bu stratejiyi kuracak ve devam ettirecek kişiler kimler? Yönetim ekibimiz kimlerden oluşmakta? Bu işi kaç kişilik bir ekiple yürütmek zorundalar? Gibi bir sürü sorunun yanıtına bakmak zorundayız. Böylece yönetmek ve idare etmek arasındaki çizgideki yerimizi de anlamış olacağız aslında.

Kurumların yönetimi ile ilgili problemleri geride bıraktığımızı umuyorum (Tabi bu pozisyonları bir profesyonellere  terk etmeyi becerebilmiş isek J). Eğer bunu da aşamamış ve bu konumu patron ya da ortaklardan biri işgal etmekteyse korkarım durum pek iç açıcı olmayabilir. Ne kadar profesyonel ekip tarafından yönetilen bir merkezimiz var ise o kadar kurumsal olacağız anlamına gelecektir. Tabi bunun da bir ön koşulu vardır. Bu kişilerin seçimi de profesyonelce yapılmalıdır. Bu ise derin bir insan kaynakları politikasına ve süreçlerin sağlıklı biçimde oluşumuna yani vizyona dayanmaktadır. Bunu yaptık diyelim, kurumumuzda ikinci adam var mıdır? Varsa kim olmalıdır. Elbette ki ikinci adam pazarlama ya da İnsan Kaynakları kökenli olmalıdır. Yarın birinci adam konumuna gelmesi gerekenler de bunların arasından seçilmeli ve yetiştirilmelidirler. Düşünelim bakalım neden bu ikinci adam kritiktir?  Nedeni çok açıktır aslında, bugün pazarlama ve İnsan Kaynakları işin en önemli parçası olmuştur. Öyle ki onlar olmadan sahip olduğumuz parçalar hiçbir anlam ifade etmeyeceklerdir.

Bir zamanlar alışverişler bu tarz merkezlerden yapılmaz iken, dahası böyle merkezler henüz yokken tüketiciler söz gelimi gıda alışverişlerini nereden yaparlardı? Tabi ki bakkallardan. Şu her mahallede var olan ve bizleri tek tek tanıyan, tüketim alışkanlıklarımızı bilen bakkalarımızdan. Benim neslimden olanlar iyi hatırlarlar, bakkal bizi öyle tanırdı ki, sana yağımızı ve sigaramızı bile ayırırdı (bazen bunlar için saatlerce kuyruk ta beklerdik bir zamanlar, benim neslim iyi bilir J). Bu gün büyük marketler, tüketiciyi tanımakta güçlük çekmektedirler. Sadece müşterinin nabzını tutabilmek adına ciddi yatırımlar yapmakta ve CRM yani Müşteri İlişkileri Yönetimi konusunda sistemler kurmakta ve yazılımlar oluşturmaktadırlar. Bakkal amcanın zihninde tuttuğu bilgiyi yoğun müşteri potansiyeli nedeni ile ancak sistemlerinde tutabileceklerini bilmekteler. Bu bilgilere sahip olduklarında ise buna uygun kampanyalar yapabilmekteler. Hatta market iç yerleşim planını bile bu bilgilerin ışığında oluşturmaktadırlar. Neyle neyi yan yana koyacaklarını ya da ne kadar ayrı koymaları gerektiğini bu sayede bilebilmektedirler. Bakınız sadece basit birkaç örnek üzerinde durduk ve tüm bu konuştuklarımız aslında pazarlama başlığı altında ele alınabilecek konulardan birkaçı. Eğer bu vizyonu yönetim anlayışımıza yerleştirebilir ve stratejik yaklaşabilir isek biz de şirketlerimizi idare etmek yerine yönetiyor ve günü değil yarınları tasarlıyor olabileceğiz. Haydi, satranç ustaları iş başına.